27 Ekim 2012 Cumartesi

Meziyet


Yaz diyorum birden. Hadi, madem içinden bu eylemi gerçekleştirme isteği geldi, durma yaz.
Alıyorum kağıdı elime, kalemi de elbette ki. Oturuyorum masaya. Kalakalıyorum. Dilim lal, kalemim tutuk.
Ha yazmak dediysem sizin anlayacağınız karalama en nihayetinde. Bir avuç kelime yığını. Ama olsun... Yetinmeyi bilmek, en azından bilmeye yeltenmek meziyet.
Dışarıda yağmur en çetrefillisinden. Havada mis gibi toprak kokusu....Masamda sıcacık kahvem, sağımda kitabım, önümde kağıdım, kalemim. Dilimin ucunda kelimeler ha düştü ha düşecek. Beklemedeyim...
Bekliyorum ki düşeni tutayım, kaybetmeyeyim. Yazayım beyaz olan kağıdıma kalemimle.
Bakıyorum pencereden dışarıya. Hava sisli. Sokakta kimse yok. Aklını peynir ekmek niyetine tüketen yok da ondan.  Biliyorlar bu havada çıkılamayacağını. Bir kedi göründü şimdiköşeden, sarılı beyazlı.
Televizyonu açayım diyorum, kelimelerimi beklerken. Her daim sıcak olan gündemin en sıcak, son dakika gelişmelerini dinlemek ve de izlemek için. Hay aksi! Bu kadar gürültülü yağmura çanak bile itaatsizlik edemedi anlaşılan ki hiçbir kanal çekmiyor.
Yağmurun sesi bir tek kulağımda. Gözüm iliklerine kadar yağmuru yiyen sokakta. Elim kahve fincanımda.
Düşmedi kelimeler, istemediler ama dudağım düştü. Belki başka bir sefere.
Elindekiyle yetinmeyi bilmek meziyet.

Hiç yorum yok: