28 Aralık 2012 Cuma

Birden Oldu. Yazık...!




                                 Seni düşünmek hayal kırıklığı...






                             
             

21 Aralık 2012 Cuma

Kırmızı Palto


    Boydan boya cam olan büyük kapıdan çıkar çıkmaz derin bir nefes aldı. Gök, koyu gri renge bürünmüş, yağmur yavaştan çiselemeye başlamıştı. Şiddetini artıracağı belliydi.  Koca iki saati içeride geçirip üstüne bir hafta titizlendiği projelerinin ve de sunumunun beğenilmemesine şaştı kaldı, çünkü böyle bir sonuç beklemiyordu.
    Şemsiyesi vardı yanında Allah'tan. Evinin bulunduğu semte giden dolmuş son seferine de on dakika önce çıkmıştı. Ücra bir semtte oturduğunun farkındaydı ama şimdilik o ücra semtin, ücra mahallelerinin birindeki eski ama yaşadıkça kendine şirin bile gelmeye başlayan apartmanı ve sıcak komşularını seviyordu Serpil.
    Dergide beğendiği, bir örnek kestirdiği ama kendisine pek de yakışmayan perçemlerini geriye attı ve yağmur damlaları ile daha da beyazlaşacağını düşündüğü mermer basamaklardan inmeye başladı. Son basamağa gelmişti ki o cılız seste, adını duydu. İfadesizliğinin, yüzü gibi giyim tarzına da yansıdığını düşündüğü sekreterdi bu. O gün için hazırladığı projelerin arasındaki en önemli dosyayı unutmuştu toplantı odasında, arkasından yetiştirmişti sekreter de. Dosyayı alırken her şeyiyle dümdüz gibi görünen bu kadının yataktaki halini merak etti Serpil ve birden aklına gelen bu düşünceye güldü. Kadınsa minnet duygusu sandığı bu yarı sırıtış denebilecek gülüşe, aynı ama kesinlikle daha samimi şekilde karşılık verdi.  
   Ama Serpil bilemezdi ki sekreter Aysu’nun kardeşinin çok hasta olduğunu, tedavi için hele çok geç kalındığını. Daha yeni öğrenmişti, ki kardeşinin bile haberi yoktu bundan. Hayatta kalan tek yakınıydı kardeşi. Yüzündeki, kıyafetindeki, ifadesizlik; üstüne iki günde yapışıveren renksizliğin asıl sebebi kimin umurundaydı ki.  
   Daha samimi olan o gülüşün ardından büyük cam kapıdan girerek gözden kayboldu Aysu. Serpil ise son basamağı da inip dosyasını diğerlerinin de içinde bulunduğu çantaya yerleştirdi. Taksitlerinin devam ettiği kırmızı renkli paltosunun düğmelerini ilikleyip yola koyuldu.



18 Aralık 2012 Salı

Öyle işte


   Düşünmemek... Düşünmek istememek... Eylemsizlik hali mi? İnsan bir eylemsizlik hali için bu kadar çabalar mı? Hadi devinim olsa neyse de... Düşünmemek için şarkı, müzik seçmek... Bunun için sırf ne bulursan okumak. 
   Uyuyup uyandığında rahatsız eden o şeyleri tüketmiş olmak ve bingo ! düşünecekler listesinin boşalması, çok istenen bir düş.
   Gülebilmek için tv'deki komedi dizilerine bir yerde muhtaç olmak. Acı. Çamurda, çukurda debelenir gibi hissetmek.
  Gidilecek o şehri düşünmek (adı olamayan o şehir), kimse değil, yalnız o diyeceğin kişiyi beklemek (yüzyılımda beyaz atlı prens gibi bir şey! ) 
  Nerede okumuştum bunu? " Beklemek hayatı ihlal ediyor." Vazgeçtim, beklememek daha iyi gibi. Bir eylemsizlik hali daha...
  Çok mu vasatın altına düşmüş gibiyim ? Düşmek iyidir, iyidir de... Olur mu size de? Bir konuşmaya başlasanız içinizden neler çıkacak, dilinizden neler dökülecek, neler söyleyeceksinizdir. Ama düşmez cümle, çıkmaz gıkınız...
  Doluluktandır bu, bir de nereden başlayacağınızı bilememenizdendir hani. Farklıyız da çok da farklı sayılmayız. İnsanız neticede... Ama vurgulayış, yaşayış, atlatış farklı. Yanıldığımı sanmıyorum ama...
  Canın yanarken sayıklayabilirsin. Sövebilir,bağırabilir, inadına yersiz kahkahalar atabilirsiniz. Ama bir yere gelir, tıkanırsınız. Hiçbiri fayda etmez, hiçbir şey iyi gelmez.
   Bir tatlı kaşığı pekmez iyi gelir mi ki ? Duyarsızlaşma en güzeli !



14 Aralık 2012 Cuma

Daha dur bu ne ki !


Öğrenmenin yaşı yok, yok da... Her öğrendiğini kullanabilmek önemli. Yoksa kullanmadığını öğrensen ne öğrenmesen ne. İşin özü kullanmadığını kaybedersin. !
 Her defasında aynı hatayı yapmak da neyin nesi ? Hele de bu göster ama elletme tabirinin kibarı olan oyunu kuralına göre oyna meselesine ne demeli ?
Ego mühim. Kim tarafından, nasıl şişirildiğinin pek de bir önem arz etmiyor, egoyu yükselten sırık atlayan atlet misali arkasına bile bakmıyor.
 E daha ne diyeyim kendime ? Çekinmeyin deyin hadi, kızım sen de bu kadar şaşkın olma, aç gözünü takılma her defasında aynı taşa.
 İstikrar mühim arkadaş ! Ettiğin lafta, gösterdiğin tavırda sabit kal, aynı ol demiyorum, esas olan değişim neticede. Ama bu kadar da oynak olma. Kişilik denen bir şey var. Bokunu çıkarma !
 Kızgın mıyım ? Hayır. Benimkisi daha çok şaşkınlık. Peki ya kime bu şaşkınlık? Daha çok kendime ve de diğerlerine. Diğerleri kim mi ? Çok mühim olduklarını düşündükleri, kendilerinden başka insan evladı yokmuşçasına yaşayan - pardon ama demek zorundayım- insan müsvetteleri.
En fenası da yarışın ya da kazanma dedim yukarıda, oyunun hiç rövanşını alamamam. Nasıl içi eziliyor insanın, nasıl sırf sinirden ağlama hissi geliyor. Aç müziği son ses. Zıpla, zıpla, zıpla ! İyi geliyor, billahi.
Her defasında, bu son yıldım, deyip aynı tongaya düşüyorum ya ay ben çok yaşayayım a dostlar !





13 Aralık 2012 Perşembe

Çelişki

   Hep bir bahanen vardı. Huzursuz olmana, bir şeylere geç kalmana, bir şeyleri eksik yapmana hep bir bahanen vardı. Bu bahaneler etrafındakileri değil de kendini inandırma çabasıydı sanrı makamından gelen.
   Oysaki sen, gerçek seni görmemiştin, bilmiyordun. Ama dur, önce bakmak gerekliydi. Doğru ya senin gözlerin de bozuktu değil mi ?
   Güzel, dolu dolu bir hayat yaşamaktı amacın. Geriye dönüp baktığında tüh şunu yapamadım, keşke onu da yapsaydım dememekti tüm gayen.
   Ama sen yarına o kadar odaklıydın ki bugünü yaşayamadın. Bugünü yaşamayı yarına erteledin durdun. İstediğin gibi bir hayat -ki bunu hiçbir zaman tam olarak bilemedin- yaşayamadığın zaman çoktu ve hep bundan şikayetlendin, sızlandın.
   Oysaki hayat sindire sindire yaşanmalıydı. Akışına bırakılmalıydı ki akabinde heyecan gelsin. Arada ağlanmalı, gülünmeli, sövülmeli, sevilmeliydi. Herkes kadar hasbel kader yaşanmalıydı velhasıl. Ama sen tam olma derdinden hep eksik kaldın. Her eksik kalışta biraz daha parçaladın kendini ve her defasında biraz daha eksildin. İşte bunun için hiçbir zaman tam olarak mutlu olamadın.
   Bu sebepten işte, seninle aynı yolda yürümeyi beceremiyoruz artık biz. Ama bunun farkında da değilsin değil mi ? Sen küçük sekmeleri koşmak olarak nitelendirdin, ben keyfini çıkardım daha çok o yolun.
   Çok uzun zamandır bizi gördüğüm pencerede yalnızım. Göremiyorum seni yanımda, karşımda, arkamda ya da önümde.
   Birbirimize daha da sıradan gelmeden, birbirimiz için daha da aykırı olmadan kapılarımızı açalım ve yol verelim birbirimize.