5 Mayıs 2015 Salı

Ve Aslında

Ortalama bir hayatın içerisinde bütün boşlukları doldurmak istememiz normaldi. Dahası biz bunun için çok çaba sarf etmemiştik.

Dikkate değer görünen şeylere kapalı pencerelerden baktık. Ama gördüğümüz kopkoyu bir karanlıktı. Bir süre sonra karanlığa gözlerimiz alıştı, hayatı bu zannettik.

En büyük kalelerimizi, çok küçük yalanlarla yıktık. Ve bunu yaparken hiç pişman olmadık.
Belki biraz hassasiyet gösterebilseydik bütün bunlar olmazdı. Olmazdı, evet. Ve evet, her şey çok başka  olurdu.

 Başka demişken, başka başka yollara gitmeden önce" Olur" diyen olsaydı o yolları aşar mıydık, birlikte omuz omuza?

Çokça sürçü- lisan ettik. Azmettik ama yine de bir lahana turşusu olamadık. Yanıldıkça yenildik, yenildikçe kalplerimizi kirlettik.

 Ve aslında;

Tekrarlarını da izlediğimiz diziler gibi bazen hayat. Arkasından ne geleceğini, kahramanın hangi repliği söyleyeceğini, sonunda ne olacağını bilmek ve yine de izlemek gibi.
Neden mi? Bazen can sıkıntısı, bazen de doyamama. Nedenlerin sonucu değiştirmediği eminim ki daha birçok konu mevcuttur.

Aslında, bütün sevmeler arızalı. Sevişmeler sıradan. Bugünlerde bütün konuşmalar içte kalanları kusmak, temizlemek için.
Geç kalışların hüznü bütün makamlarda aynı. Kaçırdığın tren son değil; ama yerine geçebilecek  bir başka sefer yok.
Yürüyen bir at, koşan bir attan her zaman daha iyi.
Yaşasın! bilinmezliğin korkusundaki o iç huzur.

9 Aralık 2014 Salı

Yerim Çok Dar

Küçük bir hikayede yer almak için büyük şeyler yaşamak gerektiğini kim söyledi bize bilmiyorum. Bildiğim çok az şey... Bildiğim aslında pek bir şey yok. Amaçlar falan... Bunlardan bahsedip daha da sıkmak değil kendimi. Ama bir şeyler hep yarım, bir şeyler hep fazla yarım. Nasıl buluyorum? Çok ötede. Kalan şeyler. Ama ne kalan şeylerden bahsetme zamanı ne de eksikleri yüze vurmak için biraz daha, zaman kaybı. Kayıp listesini bir kutuya dolduralım. Sonra da suya bırakalım.Ama şimdi buraya pek ince bir müzik koyalım acizlik veren sebebiyetleri bir kenara koymadan.


Ben biraz saçmalarım söylemem gereken şeylerin sırasını hep şaşırır, yanlış zamanda yanlış yerde olurum. Bu yüzden söz konusu dekorda fazla sıradan dururum. Bu göze batmama sebebiyet verir. Aynı nedenden kimse benim farkıma varmaz, kimse için de tehlike arz etmem. Birçok şeyin farkında olduğum gibi birçok şeyi de ruhum duymaz. Bu yüzden zeki miyim aptal mı henüz bir fikir sahibi değilim.

Kendimden yola çıkıp insanları anlamaya çalışmak gibi bir huyum vardır ve bunda son on yıldır başarılıyım. Aslında bu beni sinirlendirir.  Anlamak pek zahmetli ve sıkıcı bir şeydir. Sinir bozucu olduğunu yukarıda belirtmiştim. Bu konuya bir daha dönmenin yersiz olduğunu düşündüğüm için es geçiyorum.

İnsanın birbirine yük, birbirine zahmet olduğunu anladığımdan beri... Ne zamandı? Hatırlamıyorum. Zaten hep gereksiz ayrıntıları hatırlar mühim konuları atlarım. Bir ara bunu yapmamak için uğraşmıştım. ama daha vahim durumlara düştüğümü görünce bundan vazgeçtim.
Tek kişilik hayatımda çok fazla ses var. Bu çok fazla insan demek değil. Bu çok fazla ses barındırmak demek içimde. Herhalde içimdedir; çünkü tam olarak eni konu nerede bulunuyorlar ben de bilmiyorum. Ve bu beni endişelendirmiyor. Sıkıcı bir insanımdır. Ne ara bu hale geldiğimin ise farkında değilim. Bunun için başka şeyler yapmam gerektiğinin farkında olsam da bir şeyler yapmama hususunda çok ısrarcıyım.

Zahmet edip de biri beni anlayabilir mi? Biri beni gerçekten dinleyebilir mi? b-Başkalarından bir şey istemekten nefret ederim. Velakin hayat bir şey verme üzerine. Evren, olumlu mesaj zırvalığı da var fikrimin olduğu; fakat şimdi bunun sırası değil.

Kalbim biraz tozlanmış olabilir; fakat bu hissiz olduğum anlamına gelmez. Hala beni duygulandırabilen şeyler mevcut. Örnek vermek istedim lakin bunu şu an bulamadım. Belki bitmeden aklıma gelir.
Hatırladım! Otobüste bir adam yanında uyuyan amcayı uyandırmıştı. Amcanın ineceği yeri kaçırmasında endişe etmişti. Sonra yaşlı amcayla sohbet etmeye başlamıştı. Bu inceliktir, evet.

Ben aşılmadık yollar bırakmadım ama yine de gideceğim yere varamadım. İşin tuhafı kimse de bilmiyor. Belki de ben sormamışımdır hatırlamıyorum.Sorsam da zaten herkes kendi geçtiği yollardan bahsediyor. Yol üstündeki arkadaşları, gördüğü yerleri anlatmaya bayılıyor. Kim bu herkes?

Bütün hayatı aramakla geçen bir kadın olarak söyleyebilirim ki belki de bulunacak bir şey yoktur. Arama eylemini bütün yönleriyle düşünüp bütün yolları deneyip bütün şıkları eleyip bu kanaate vardım tabii.  Ve bittabii yanılma payımı da hesaba katıyorum. Hayat da zaten çok hesaba kitaba gelen bir şey değil.

Aslında ben çok fazla sıkıldım. Nasıl yapalım?







11 Ekim 2014 Cumartesi

Çünkü

Beklemenin onulmaz acısından haberim var. Beklemek insanın içini çürüten bir şey çünkü. Bazen insan aklını kaçırmak istiyor çünkü sırf bu yüzden.

Yokluk hissi zift gibi insanın ta içinde bir yerlere yapışan bir şey. Temizlemeye çalışıyorsun; ama yerini kestiremediğin için yapamıyorsun. Bilinç tam bu esnada berbat bir şey oluyor tabii. Bilmemek, hatırlamamak istiyorsun. Bu kadar acı çekiyorsun da keşke bunları hiç yaşamasaydım da demiyorsun. Bunu diyemediğin için bir kez daha kahroluyorsun.
Biliyorsun çünkü. Bir daha aynı kişi olmayacak, kimse için elin ayağın buz kesmeyecek. Heyecan sözcüğü dağarcığında süs niyetinden kullanacağın bir bibloya dönüşecek.

Sahi kimim ben? Senden sonra kim oldum, kime dönüştüm? Soruyu yanıtlaması gereken ben olduğum için zihnimi meşgul etmeye çalışmak kendimi kandırma konusundaki başarısızlığım.
Yokluğunla bu kadar varken varlığınla nasıl başa çıkardım? Yoksun, neyse ki.

Her şey geçiyor. Eskimesi bu yüzden bir şeylerin.















11 Eylül 2013 Çarşamba

Mesela




Olmaz diye bir şey yok, diyorlar. Sen iste yeter ki olur. Bilmiyorlar, bildiklerini zannediyorlar.
Şehrine gelip seni aradım. Yahu, sokak sokak! Kediler şahit, kuduz tehlikesi olmadığı kulaklarına iğnelenmiş köpekler. Hele ki martılar! Güldüler halime, çatıkatlarına bakmaktan ağrıyan boynuma.

Göztepe diye bir yer var, nefes orada mesela. Sırıtmak var salak salak, orada. Balık tutan abiler,ablalar ;hepsi orada. Bütün şehir içi otobüsler oradan geçiyor. Bence sen varsın diye; ama bilmiyorlar. Boşver!

Bir mesele var mesela içi senle dolu olan. Dolup taşmak üzere olan, dolup dolup taşamayan. Düşün saçmalığı! Ağzımı açıp dilime düşüp ortalığa döküleceğin var mesela. Ama onun yerine: " Bi' kahve mi içsek?"
"Sus! Hop, ağzını topla!" mesela.

"Sen kuşları çeksene beni çekeceğine!"
"Neden?"
"Kuşlar benden daha güzel."
...

Sıkılmışlığım var yokluğundan mesela. Şişkinliğim, bıkmışlığım,pişmanlığım... Bir sürü şey var, bir sürü şey çok; ama sen yoksun mesela.

Mesela " Ne olacak böyle?" var, "Canım nasılsın bugün?" yok. Çok sanatlı müzikler var mesela seni anlattıkları için sırf sanat dediğim.
Tükenmişliğimin, havanın sıcaklığı ile bir ilgisi yok, mesela. Sıkkın canım, ortaya karışık.

"Karı gibi dır dır etmek" diye bir şey var mesela;benim uzun, insanı yoran susuşlarım. "Kadınlar hiçbir şeyi unutmaz." mesela; benim gidip gelen aklım, yamultmak istediğim hafızam.

Bu şehir güzel ; ama içinde sen olduğun için daha da güzel. Düşün güzelliğini! Koca şehri nasıl yaşanacak hale getirdiğini! Çok ışıklı bir şehir var mesela "Hanfendi biraz ilerler misin?" diyen insanlarla dolu otabüsleri.
"Hanım kim efendim?"

Mesela sen varsın yanım... Mesele olmaman.
Mesela el yazınla doldurduğun bir mektup. Siktir et mektubu! Git, yazsan yeter. Mesele gidememem...

Hiç etmek var çokluğunu mesela; ama kendi içine kıymak, sana kıyamamak var. Var olan şeylerin üstünü çizip adını yazmak var mesela; ama sonrasında yutkunup: "Pardon, bir elli'lik daha açabilir misiniz?"

Seni düşünmekten yorgun düşen beynim var mesela; bunun yerine: "Biraz otursak mı gölgelik bulmuşken azıcık serinleriz?"

İşin özü şu aslında ; Seni çok özledim.


18 Ağustos 2013 Pazar

Kırmızı


Kanayan yerlerimiz için pansuman aramıyoruz. "Hekim yok mu?" da demiyoruz. Sessiz sedasız bekliyoruz. Odamızın turuncu tül perdeleri yok belki; ama kanayan yerlerimizle alabildiğine kırmızıyız. Şimdi anladınız mı neden kırmızıya bu kadar düşkünüz?

Dudağımıza sürdüğümüz kırmızıyı kendinize yontuyorsunuz; ama aldanıyorsunuz. Zaten önce aldanıp sonra aldatıyorsunuz. Sürdüğümüz kırmızı kendimiz için aslında dudaklarımıza ve parmaklarımıza; ama siz bunu da bilmiyorsunuz.
Bir kadının önce ağzına sonra gözlerine bakıyorsunuz. Gözlerimize bakarak kalbimizi görebileceğinizi bilmiyorsunuz. Zaten çoğu kez ağzımıza bakmaktan sıra gözlerimize gelmiyor.
Böylece aslında hiç tanışmamız oluyoruz ve buna bağlı tanıyamıyorsunuz da bizi.

Hiddetimizi de, sevgimizi de, acımızı da kırmızı'yla gösteriyoruz. Kırmızıyı merhem diye kullanıyoruz, saklanmak için kullandığımız kadar. Kurulan düşlerin pembe ile de bir alakası yok aslında.

Gülüşümüz kırmızı, ağlayışımız ise lacivert. Biliyor muydunuz?


http://www.youtube.com/watch?v=9JZ66IddORk

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Kuş Bakışı


Her şey ağaçta cıvıldayıp duran kuş seslerinin başının altından çıktı. Yoldan geçen arabanın ve bahçesini sulayan komşunun.

Benim suçum değil esasen aklıma gelmen. Ben, bunu anlatmaya çalışıyorum.

Aklıma gelmenin cumartesi günüyle de bir alakası olabilir; ama bundan emin değilim, düşüneceğim.

Şu gün, kim için nasıl bir neşe kaynağısın, bilmiyorum.
Ben kuş seslerini dinleyip huzur buluyorum ve bununla avunuyorum ki bunda çok başarılıyım.

Peki ya sen ?
Kim için "şakımak"tasın ve ne niyetle güne başlıyorsun?

"Merak" denen olgunun insanlar üzerinde kurduğu baskıyı araştırmalı birileri. Bunu ben yapamam, üşeniyorum.



http://www.youtube.com/watch?v=lC_qYMFi8PY

(Aynalardan kaçarken özlenmeyi beklemek ne kadar acı ne kadar komik ve ne kadar bana ait değil mi?)

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Bak Bi'




Pardon bayım aşk'a nasıl gidilir?
Yön bulma özürlüyümdür ben, bilmezsiniz siz. Hoş, nereden bileceksiniz.
Yardım istesem, ne dersiniz?
Sora sora Bağdat demişler...

Herkes bir şey diyor zaten. Benim de aklıma ne takıldı şimdi : Peki bir öpücüğün maksadı var mıdır bayım? Bir öpücük her zaman maksatlı mıdır? Maksat aşılınca ne yapılır?
Aşk'ı soruyorum size bayım, öpücüğe mi takıldınız? Takılmayınız, aşınız. Kızmayınız.

Peki, bayım eşlik mi edeceksiniz, adres mi vereceksiniz?
Ha, siz önce karar vereceksiniz.

Bir tutam cesaret uzatsam alır mısınız?

Evet, bayım  şimdi siz yüzünüzü mü çevireceksiniz bu yöne yoksa dönüp gidecek misiniz?



http://www.youtube.com/watch?v=tFtz2RKOK2k




14 Temmuz 2013 Pazar

Soru mu Sorun mu?






    ...
    Hayır. Merak etme beni sevmeyeceksin.
    Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun ki?
    Beni sevmeyeceksin; çünkü kendinle çok meşgulsün.
    ...

















                   

 http://www.youtube.com/watch?v=_nU8sYrAPrU

( Bir sigara yakmadan dinlemeyin, ayıptır.)

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Ayrım



Herkes aynı dünyaya bakıyor ama kimse dünyaya aynı yerden bakmıyor.

Bu yüzden müşterek yalnızlığımız tesadüf değil.    



















7 Temmuz 2013 Pazar

Şart'lı Şeyler




Hep eksik hissetmek... Nereye kadar? Bunca acı varken dururken hayatın tam ortasında "böyle" acılar niye? İnat edip gülelim mi fütursuzca böyle şeylere? Nefes alıp vermek ne zamandan beri yaşam belirtisi sadece? Bir yandan görünmek isterken ortalarda, diğer yandan saklanmak istemek niye geceden bile? Tek tahammül edebildiğiniz kuş sesleri mi sadece? Kuşlar da olmasa...

Tek ağrıyan göğüs kafesinizse ve bununla hiçbir doktor ilgilenmiyorsa, tek yapabildiğiniz ağrıyan göğüs kafesinize, başınızı özellikle sola çevirip bakmaktan ibaretse, anlaşılmayacağınızı bile bile konuşmak istiyorsanız, ağlamak istiyorken bunu beceremiyorsanız ve beceriksizliğinize kızıp lavabo sürterken buluyorsanız kendinizi, içinizin yanmasının ve kapkara kesilmesinin yaz mevsimiyle bir alakası yoksa, çikolata dahi haz vermiyorsa-ki çikolata diyorum-, anlaşılabilmek için daha somut sebepler diliyorsanız Tanrı'dan ve basit, gündelik sorunlarını anlatırken özeniyorsanız arkadaşlarınıza,  aslında hayatın içindeyken şutlanmışsanız, şutlandığınızı geç farketmenize ve kimin size bunu yaptığını bilmemenize hem şaşıyor hem de kızıyorsanız, bu kadar dışındayken hayatın içindeymiş gibi rol yapmak zorunda kalmak zorunuza gidiyorsa, askıda tuttuğunuz sadece elbiseleriniz değilse, daralan, pantolonunuzun beli değilse sadece, bulduğu her şeyden daralan bir de iç'iniz varsa, mor menekşeyi aklınıza hüznü getirdiği için sevmiyorsanız, üstünüze bulaşmayan tek şey sevinçse ve insanlar bunu baş aktör yapmışsa hayatlarında, beceremediğiniz onca şeye, geliştiremediğiniz akrabalık ilişkilerini de eklemişseniz, göz önünde biri değilken hep birilerinin gözü sizin üzerindeyse, mutluluk karışık bir salataysa ve sizin gözünüz sade ye kaçıyorsa sizi anlamak benim için zor olamaz.

Empati denen şeyi de hayatımdan çıkarmaya karar verdim zaten.

Neyse... Su kaynadı, ben çayı demleyeyim.




Lambaya Püf De!




Öfke söyleminden hiç bahsetmiyorsanız, gözünüzü kapıyorsunuz ve kafanızı çeviriyorsanız ona, bu iyi bir insan olduğunuz anlamına gelmez. Bu en fazla sizin karşınıza ama somut ama soyut hiçbir engel çıkmadığı anlamına gelir.
Engel sözcüğü zaten neşeli bir sözcük değil,  bunun farkındayım. Zaten kimsede bunun insanın içine bahar getirdiğini söylemeyecektir, size.

27 Haziran 2013 Perşembe

Kahvaltı



Bir sevişmenin sabahındaydılar yine. Konuşmadan kalktı yataktan Füsun. Orhan'ın uyanık olduğunu bildiği halde ses etmedi. Lavabodan sonra mutfağa gitti istemsiz, kahvaltı için. Kahvaltıyı beraber hazırlayan çiftlerden olmamışlardı hiçbir zaman. Kitaplarda, filmlerdeydi böyle şeyler.

Masaya bardakları, kahvaltılıkları koyduktan sonra bir sigara yaktı. Ne geceki sevişmenin sabahında ne de başka sabahlarda  öpüşmezlerdi. Bu da olmuyordu aralarında. Böyle bir ihtimal olsaydı eğer sabah sabah sigara yakmazdı, iç geçirerek.

Hangi ara bu kadar uzaklaşmışlardı? Orhan da farkında mıydı tuhaflığın ? Farkındaydı tabii. Hazsız sevişmeler, yapmacık orgazm çığlıkları...
Aslında ikisi de günah keçisi istiyordu, birisi kahramanlık yapsın ve kurtarsın ikisini de artık vasat bile olmayan ilişkiden diye. Orhan'ın da aklından bu geçiyordu, emindi Füsun. İki yıllık ilişkilerinde mutlu oldukları anlar, anıdan ibaretti şimdi.

Sigarasını söndürmeden önce bir şey farketti bir anda. Orhan ile aynı yatağa girmek, aynı masada yemek yemek, aynı banyoyu kulllanmak istemediğiydi bu. Aslında farkındaydı ama konduramıyordu. Evet, farkedişten çok kondurduğu bu şeyi söyleyecekti ona da.
Çayı demledi. Kaynayan yumurtayı ocaktan aldı. Dilimlediği domates ve salatalık tabağını masaya koydu. Ekmek kızarttı. Kızarmış ekmekleri de masaya koyarken mutfak kapısında kendisini izleyen Orhan'ı gördü. "Günaydın" dediler birbirlerine.
Masa hazırdı. Orhan'ın lavabodan çıkmasını beklemeden başladı Füsun kahvaltıya. Kızarmış ekmeğin üstüne önce peynir sonra reçel. Çayının da şekerini atmıştı ki  Orhan girdi mutfağa, çay koydu kendine. Füsun kalktı masadan, televizyonu açtı; sabah haberlerini dinlemek için. Hatalı sollama üç can almıştı.

Orhan ile arkadaşlarının evine yemeğe davetliydiler. İki gün öncesiydi. Hava yağmurluydu o gün ve arabanın silecekleri iyi çalışmıyordu. Trafik yine yoğundu. Önlerindeki kamyonun arkasındaki yazı dikkatini çekmişti. Kamyonun arkasında : " Azrail bile ayağıma gelecekse sen neyin tribindesin!" yazıyordu. İkisi de gülmüştü bu yazıya.

Kaza haberini dinlerken aklına gelen yazıya güldü birden. Orhan tuhaf bir şekilde baktı o esnada.Bir çay daha koydu kendine Füsun. İçine tek şeker. Ellerini de masaya. Kısacık hazırladı kendini konuşmaya. Orhan ise rafadan yumurtasını yemekle meşguldu.

Hikayelerinin artık hiç ilerlemediğinden dahası bittiğinde bahsetti Füsun. O da kör değildi mutlaka görüyordu zaten. Arada gözlerini Orhan'dan kaçıra kaçıra ne söylemek istiyorsa söyledi. Sustu sonra. Hem söyleyecekleri bittiği için hem de Orhan'ın diyeceklerini de merak ettiği için. Orhan bir iki dakika sessiz bekledi ve Füsun'a bakarak :
- Peki, istediğin gibi olsun. Ama unutma ; bu kararı sen verdin.
Sonra rafadan yumurtasını yemeye devam etti hiçbir şey olmamış gibi. Haberlerdeyse su altında evlenen bir çiftin görüntüleri vardı.




24 Haziran 2013 Pazartesi

Bu Hep Böyle


Sevgilim,
Bu satırlar sana, bu satırlar senin için. Muhattabım olarak sen dinlememişken beni bir başkasının dinlemesini, anlmasını beklemek düpedüz ahmaklık olurdu. Bunu en başından beri bilen biri olarak bu mektubu sana ; ama daha çok kendime yazıyorum.
Sevgilim hitabımdaki iyelik ekiyle avunuyorum bu gece.

Sana boyutsuz bir sevgi beslemenin çok zor olması beni epeydir düşündürüyor. Sevgi çıtı pıtı, zarif bir sözcükken nasıl bu kadar ağır, kaba bir hale dönüşüyor anlamıyorum. Ne sözcüklerin ne de duyguların bir kabahati yok demek ki.
İnadım ve ısrarım keşke başka konularda olsaydı. Ama maalesef...
En güzel keşke olduğunu hiç bilemeyeceksin. Zaten bilmek isteseydin konunun kendim olmadığı bir mektubu şu an kendime yazıyor olmazdım.

İki insanın arasındaki gönül bağında neler olması gerektiğini çok fazla bilemesem de neyin olmaması gerektiğini öğrettiğini de bilmiyorsun tabii. Kibir müthiş bir şey. İnsanın başını döndürüyor hatta insanın aklını başından alıyor. Neyse...

Bazı günler, bazı anlar her zamankinden daha fazla yer alıyorsun aklımda ve içimde. O anlarda kalbimin ortasına koca bir tır koymuşlar da gitmişler gibi oluyor ve nefes alamıyorum. Aklımda ve içimde diyorum çünkü senin orada olmana alıştım. İnsan alışıyor. Ve artık ısrar etmiyorum, neden bitmiyor, neden meşgul ediyor beni demiyorum. Böyle bu. Hep olacak bir şey. İnatlaşmıyorum artık kendimle ve varlığınla. Sorgulanan aşk da aşk olmaz zaten.

"Nasip, çok güzel bir ihtimaldir." demiş Güven Adıgüzel. Bana çok yavaş geçiyormuş gibi gelen o aylarda bunu gülümseyerek söylüyordum. Güven bunu diyordu ben ise hayat ihtimallerin toplamıdır, diyordum. Sen de beni dinliyordun. Sen ne güzel dinleyip ne güzel konuşuyordun.

Can'ım sözcüğü hiç kimseye bu kadar çok yakışmadı; ama sen bunu da bilmiyorsun. Doğum günün bugün. Yanında olmadım hiçbir yaş gününde; ama sen can'ımda oldun. Hep. Geçen yılda bu yılda. Seneye ve ondaki sonraki senelerde de bu hep böyle olacak.

Bazen çok yorulduğumu hissediyorum biliyor musun? Seni düşünmek, düşünüp de gelmeyeceğini, olmayacağını; seni bulamayacağımı bilmek, bulsam da bunun bir hükmünün olmayacağını tekrar içime işletmek çok zor oluyor. İdrak kelimesini farkından mütevellit tüm sözcüklere düşman olacağım geliyor. Ama bu hemen geçiyor. Sözcükler de olmasa ne kalır geriye? Seni anlatmak için hiçbir sözcük yeterli değil aslında. Değil de işte... Koca bir nefes alıyorum o anlarda. Sanırsın nefes almayı unutmuşum da sonradan aklıma gelmiş.
"İnsan yanmadan arınamaz." bunu sen demiştin hatırlıyor musun?

Senden bahsetmek istediğim anlar oluyor başkalarına kimi zaman. Ama bu sana ihanet gibi geliyor. Seni kendimden başkasını anlatırsam senden bir şey eksilecek gibime geliyor. Tuhaf değil mi? Biliyorum, öyle.

(Çok sevmekle bir insana kendinizi düşman belletebiliyorsunuz. Bilin bunu. Yaşamayın ama bilin.)

"Kafana göre bir hayat" seninkisi. Kiminle olmak istiyorsan onunla ol bugün de. Nasıl mutlu olacaksan öyle geçsin günün. Ve dediğin gibi sevgilim : "Gerektiği kadar gerektiği yerde ol" Ama sen hep ol, bilmediğim bir yerlerde.
Hep istedim. Hiçbir ihtiyaç bunun kadar mühim olmadı. Gözlerinden öpüyorum. Hiç görmediğim, göremediğim yazık ki göremeyeceğim gözlerinden.

Ve ;

Bahardı, sevgilim, bahardı,
ve bahtiyar olabilmek için
toprakta, havada, suda her şey vardı sevgilim,
her şey vardı,
her şey hazırdı." diyen Nazım içimi dağlıyor.

                     Saat : 01.36
                     Doğum günün kutlu olsun.
                     İyi geceler. Tüm gecelerin güzel olsun. En az senin kadar.




19 Haziran 2013 Çarşamba

Bir Akşam Yemeği



Sonay bürodan çıkmış, Özcan yazıhaneden. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelmiş o gün Sonay'a, gözü sürekli saatte. Akşamı düşündükçe heyecandan ve de tuvalete gidip durmaktan işlerini yapamadı doğru düzgün; çünkü bekleyemeyecek, açacak duygularını ona. Canı cehenneme kadın- erkek ilişkilerindeki kuralların! Hissedebilmek en zoruyken ve bunu başarmışken bunu dile getirmek için beklemek çok yersiz çünkü.
Özcan için ise rutin bir gün. Bir sonraki gün için kendinden istenecek dosyaları düzenlediği için memnun.Çok çalışmış ve haliyle acıkmış o da bekliyor akşamı; ama tabii Sonay'la aynı sebeplerden değil.

Günler uzadığından hava kararmamış henüz. Mesai bitimi... Caddeler kalabalık, bütün dolmuşlar ağzına kadar dolu; evlerine dönebilmek için sıra bekleyen insanlardansa söz açmanın hiç gereği yok.

Buluşmuşlar, tesadüfen tanıştıkları, mezelerinin yemekleri kadar güzel olduğu o restorantta. Ah şu başa bela tesadüfler! Tesadüflerin çok da matah bir şey olmadığını bilmiyor henüz. Bilmemenin verdiği saflıkla, ısrarcı; ama bu ısrar ızdıraba dönüşecek, haberi yok.
Kadın istekli, heyecanlı... O kadar samimi ki duygularında isteği de heyecanı da yüzünden dökülüp ayaklarından akıyor.

Özcan, bunların hiçbirini görmüyor; çünkü kadına bakmıyor. Ama bir dakika! Belki de gördüğü tek şey; Sonay'ın yersiz neşesi. Hatta bu yersiz neşe adamı rahatsız etmiş.
Zaten üzerine üzerine gelen bir eve girmektense kadınla buluşmayı daha uygun gördüğü için gelmiş. Adamın yalnızca birine ihtiyacı var. O "biri"nin kim olduğu pek de mühim değil.

Yemekler yenmiş, Sonay anlatmış durmuş işini, ev arkadaşıyla yaşadığı sürtüşmeyi, akan musluğun geceleri çok rahatsız ettiğini, kedisini...Özcan daha çok sessiz kalmış, kibarlık olsun diye gülmüş arada... Mezelere zaten diyecek laf yok ki yanında rakı...Buzlu. Söylemeye karar vermek bir aşama, söylemek başka bir aşama ki en zoru da sonuncusu. Onun için durmadan anlatmış, çareyi bundan görmüş. Üçüncü kadehte anca gevşeyen kadın aniden sorduğu soruyla şaşırtmış adamı :
- Hislerime dokunabilir misin?
Kadehinden bir yudum almış adam ve boğazını temizlemiş:
- İsteseydim eğer, denerdim. Başarıp başaramayacağımı bilmiyorum; ama elimde geleni yapardım. Ama bunu istemiyorum ki.
Sonay afallamış bir şekilde başını masaya doğru yaklaştırmış :
- Nasıl yani?
- Yani Sonay, hislerinle, duygularınla... Her neyi kastettiysen işte... Ve de haliyle seninle ilgilenmiyorum. Üzgünüm; ama gerçek bu.
- Anladım!..
Kadehi bitene kadar bir şey konuşmamış Sonay. Konuşmaya başlasa zaten ağlayacak, istiyor; ama cesaret edemiyor. Yemek için teşekkür etmiş,elini sıkmış Özcan'ın. Başının dönmesine aldırmadan kalkmış masadan sonra, Özcan'ı orada bırakarak.




11 Haziran 2013 Salı

İnsaf




_ Beni bu kadar çok sevme. Sevmek istesen de sana bunu veremem.
   Neden biliyor musun?
- Allah aşkına neden, söyle?
- Çünkü sen bembeyazsın.

Her hikaye aslında ortasından başlar. Beni sevme diyen bir adam, karşısında acıdan kıvranan ise bir kadın.
İnsaf beklediğimiz insanların insafsızlığına uğruyoruz hep. Bunu siz de biliyorsunuz. Zaten bildiklerimiz örtüşüyor, bilmediklerimiz bizi oradan oraya savuran.

Bu satırları okuyunca bitti gibi duruyor değil mi hikaye? Aşkına karşılık göremeyen bir kadın, el çek benden! diyen bir adam. Son, bu gibi değil mi? Hayır, değil.

Peki ne oldu o kadına? Adamı da merak edelim mi? İnsafsızlığına uğradığımıza insaf gösterelim mi? Merak etmek bir insanı, nerdedir, nasıldır demek...

Asıl bundan sonra başladı kadının hikayesi. Orada kaldı kadın, o akşamda,  kısacık konuştukları o loş sokakta kaldı. Günler geçti ve buna bağlı olarak haftalar da, yeni insanlar girdi hayatına, iş değiştirdi, mobilyalarını yeniledi evinin; ama o akşam ve kara bir kedinin aç karnını doyurmak için dolandığı o sokakta kaldı kadın.

Hiçbir zaman kendisini, sevgisizliğinden korumaya çalışan bir adamdan mı yoksa  "hayır" ı söyleyemediği için süslü cümlelere sığınan bir adamdan mı vazgeçmek zorunda kaldığını bilemedi, kadın. Bu bilinmezlik içine işledi zamanla. İşledikçe parçalandı, parçalandıkça dağıldı, dağıldıkça anadan üryan hissetti kendini.

Bir arayışa girdi, ne aradığını bilmeden. Hep eksik hissetti kendini. Yedi-içti olmadı, küçük gezilere çıktı hafta sonları olmadı, filmler izledi olmadı, dans kursuna başladı hiç yeteneği olmadığı halde. Ama yine de eksiklik hissinden kurtulamadı.

Hala arıyor o kadın ve hala ne aradığını bilmiyor. Her günün her sabahı yataktan kalkarken güne başlamak için geçerli sebepler bulmaya çalışıyor. Bazı sabahlar buluyor, bazı sabahlar ise bulamıyor. Hala şarkılar var dinleyemediği.

Ve hala geceler uyku tutmuyor. Çayı şekersiz içerdi, o da öyle. Onu hatırlatıyor diye vazgeçti, şekerli çaya alıştırdı kendini. Her şekersiz çay içini acıtıyor çünkü. Hala başka erkeklerin kahkasını onunkine benzettiğinde eli ayağı titriyor.

Ve kadın şu güzel yaz gecesinde, balkonunda sigarasını yakmış, bol ışıklı şehre bakıyor ve gecenin nasıl biteceği düşüncesi beynini kemiriyor.

Adam mı? İnsafı hak etmiyor bence. Sizce?