27 Eylül 2012 Perşembe

Aç Ağzını Yum Gözünü !





"Seni her sabah öperek uyandırabilirim." Dedim.
" İstemem ! Sabahları güne sigarayla başlıyorum. Alışkanlık işte kolay kolay değişmiyor." Dedi.
Sustum, o odada uzunca bir süre. Diyemedim hiçbir şey. Aldığım yanıttandı sanırım  cümlelerimin içime kaçması.




















9 Eylül 2012 Pazar

Yani


Tanrı insana akıl verdi. İyi bir şey yapmış olduğuna dair kimi zaman şüphelerim olsa da gerçek bu.Olmayın, bu kadar değişken olmayın. Mevsimler bile daha oturaklı, günler bile daha sıradan, insan evladının değişkenliğinin yanında.

Bir şeyi ya seviyorsundur ya sevmiyorsundur. Bir konudaki fikrin ya olumludur ya da olumsuz. Tamam, kabul fikrin de olmasın. Olmayabilir nitekim. Ama bukalemunla yarışma be insan evladı.
Tamam, sabır da verilmiş ama az ama çok insana. Aşma, çizmeyi aşma. Kendini sevmediğini, kendine saygı duymadığını anladım da bunu herkese indirgeme.

Sana verilen değeri kötüye kullanma ki ileriki günler için ( ki ileri günleri düşünüp düşünmediğin bile şüpheli) kullanabileceğin kotan kalsın.
Ama zekâ denen şey müthiş bir şey azizim. Ne zaman canını sıkan bir şey oldu ya da yolunda gitmeyen bir olay hemen unutuyor. Kendini korumak için unutmayı seçiyor. Sanırım buna psikolojide “savunma mekanizmaları” diyorlar.

Kendi çapımda geçirdiğim, buraya yazıp rahatlamayı amaç bildiğim öfke nöbetimi yarın sabah unutacağım mesela ya da aynı şiddette hissetmeyeceğim.
Hayır, işin kötü yanı aslında sövgüler bezediğin, içinden saydırdığın insan evladını yine aynı köşesinde ağırlayacak, yerini değiştirmeyeceksin ya işte asıl beni al al yapan işin bu kısmı.


5 Eylül 2012 Çarşamba

O An


Kısacık bir an… Size de hiç kısacık bir anda her şey anlamsız geldi mi? Ne kısa anı benim tüm hayatım böyle diyenlerden misiniz yoksa? Ya da hı hı evet bana da öyle gelir arada diyenler var mı? O kadar yoğun bir tempoda giden hayatım var ki düşünmek için ya da başka anlamsız işler için bile zamanım yok diyenler olabilir mi peki aranızda?
 Sahi, size de yaptıklarınız, yapmaya çalıştıklarınız saçma hatta anlamsız gelmiyor mu kimi zaman? Kısacık bir an ben ne yapıyorum yahu demiyor musunuz? Ben diyorum arada, hatta az önce, koridordan odaya doğru geçişteki iki adımlık mesafe arasında dedim.
Konuştuklarınız, saatlerce dil döküp anlattıklarınız, önem verdikleriniz -ki bunlar insanlar, konular, olaylar yani her şey...- küçük tartışmalar, büyük tartışmalar, inatla beklenen acaba ah o da beni sevse ne var sanki  dediğiniz “o kişi ”, bin bir emekle büyüttüğünüz çocuk, yıllarınızı verdiğiniz işiniz, yıllarınızı geçirmek için ter ter tepindiğiniz, daha başlamadan kan ter içinde kaldığınız iş mücadeleniz belki… Aldığınız eğitiminiz, gidemediğiniz o şehir, ille de Cuma günü yapılacak olan Pazar alışverişiniz, topladığınız kahvaltı masasının ardından içtiğiniz köpüklü kahveniz, kuaförde beklediğiniz sıra, marketteki kasiyer kızla her akşamüstü eşinizden gizli belki, ayaküstü ettiğiniz flört… Hepsi, her şey, tümü… ( Hepsi aynı anlama gelen kelimeler farkındayım ama hayat hep aynı anlamda mı peki herkes için? )  Her neyse işte hiç mi anlamsız gelmedi size de?
Ya da  ben çok mu anlamlı yaşıyordum da  bana aralık bile bırakmayan anlamın içinde boğuldum? Hiçbir şeyin anlamının olmadığını yeni kavradım belki de ufak çapta bir aydınlanma yaşıyorum.   Kim bilir!




2 Eylül 2012 Pazar

Bakış Açısı


"Sevgi kolay bir süreç değildir." Demiş Müge İplikçi "Perende" isimli kitabında. Ne de güzel demiş, nasıl da anlatmış tek bir cümleyle kolay olmayan bir sürü şey gibi sevginin de kolay olmayacağını.
Lazım değil sevdiğiniz, kıymet verdiğiniz insanın yanınızda olması, şart da değil bence. Yani olsa daha iyi ama olmaz da değil.

 Bırakın şu ten tene değecek mavralarını. Süt gibi beyaz  çarşaf gibi tertemiz olan sevgi kavramını kokmuş apış aranızla bağdaştırmaktan vazgeçin artık. İmkansız geliyorsa size yan yana dip dipe yaşanmadan sevginin olamayacağı safsatası, bir kerede yaşanabilesi bir şey olabileceğini deneyin. İnanın bir şey kaybetmezsiniz. Ihh olmaz diyorsanız, çok da inandırıcı gelmesin duygularınız size. Bir daha bakın içinize, sol yanınıza yani. Belli ki yanlış mesaj veriyor beyninize.
 Sevilebilir, mutlu olunabilir, sırf o olduğu için gün daha güzel başlayabilir. Telefonda şakıyan sesini duyunca işe yeni girmiş elemanın kalp atışlarına benzer ritim hissedebilirsiniz kalbinizde ya da hiç beklemediğiniz anda çoktan unutmuş olduğunuzen sevdiğiniz küpenin tekini yatağın altında bulmuş gibi içinizi sevinç kaplayabilir. Belki biraz ferahlık, rahatlığın verdiği rehavet sebebiyle huzurlu bir soluk... Düşünün bunları sadece sesini duyduğunuz bir insan sayesinde hissettiniz.

Ama neden daha fazlasını istemeyeyim ki ? Bunu mu dediniz içinizden yoksa ? Yetinin, azla yetinmeyi öğrenin hatta. Mutlu olunuyor, vallahi de olunuyor. Yazmıyorum bunları kafamdan.
Evet, biliyorum ben de ilişki denen şeyin iki kişi arasında yaşandığını. Haberim var inanın. Ama bir ilişkide taraflar aynı anda aşık olmazlar birbirlerine. Aynı anda aynı derecede sevmezler birbirlerini ya da giderek artan sevgilerinin sebepleri aynı nedenler değildir. Yani aşk denen, yaşanan şey, çift de olunsa aslında kişiseldir. Herkes kendinden mesuldür duygularında. Hayatta da böyle değil midir zaten ? Her zaman herkes kendinden mesuldür. Onun için illa onun da sizi sevmesine gerek yoktur. İki kişi olunca daha katmerli olur belki ama tek de yaşanabilir bu meret, güzel de olur hatta. Karşılığı olmasa da olur.

Olsun ben seviyorum, yetmez mi ? Beni aynı şekilde sevmese kaç yazar, aynı sıklıkla düşünmese ya da. Hatta üstüne sevebiliyorum diye gurur bile duyarım kendimle. Heyt be !