27 Haziran 2013 Perşembe

Kahvaltı



Bir sevişmenin sabahındaydılar yine. Konuşmadan kalktı yataktan Füsun. Orhan'ın uyanık olduğunu bildiği halde ses etmedi. Lavabodan sonra mutfağa gitti istemsiz, kahvaltı için. Kahvaltıyı beraber hazırlayan çiftlerden olmamışlardı hiçbir zaman. Kitaplarda, filmlerdeydi böyle şeyler.

Masaya bardakları, kahvaltılıkları koyduktan sonra bir sigara yaktı. Ne geceki sevişmenin sabahında ne de başka sabahlarda  öpüşmezlerdi. Bu da olmuyordu aralarında. Böyle bir ihtimal olsaydı eğer sabah sabah sigara yakmazdı, iç geçirerek.

Hangi ara bu kadar uzaklaşmışlardı? Orhan da farkında mıydı tuhaflığın ? Farkındaydı tabii. Hazsız sevişmeler, yapmacık orgazm çığlıkları...
Aslında ikisi de günah keçisi istiyordu, birisi kahramanlık yapsın ve kurtarsın ikisini de artık vasat bile olmayan ilişkiden diye. Orhan'ın da aklından bu geçiyordu, emindi Füsun. İki yıllık ilişkilerinde mutlu oldukları anlar, anıdan ibaretti şimdi.

Sigarasını söndürmeden önce bir şey farketti bir anda. Orhan ile aynı yatağa girmek, aynı masada yemek yemek, aynı banyoyu kulllanmak istemediğiydi bu. Aslında farkındaydı ama konduramıyordu. Evet, farkedişten çok kondurduğu bu şeyi söyleyecekti ona da.
Çayı demledi. Kaynayan yumurtayı ocaktan aldı. Dilimlediği domates ve salatalık tabağını masaya koydu. Ekmek kızarttı. Kızarmış ekmekleri de masaya koyarken mutfak kapısında kendisini izleyen Orhan'ı gördü. "Günaydın" dediler birbirlerine.
Masa hazırdı. Orhan'ın lavabodan çıkmasını beklemeden başladı Füsun kahvaltıya. Kızarmış ekmeğin üstüne önce peynir sonra reçel. Çayının da şekerini atmıştı ki  Orhan girdi mutfağa, çay koydu kendine. Füsun kalktı masadan, televizyonu açtı; sabah haberlerini dinlemek için. Hatalı sollama üç can almıştı.

Orhan ile arkadaşlarının evine yemeğe davetliydiler. İki gün öncesiydi. Hava yağmurluydu o gün ve arabanın silecekleri iyi çalışmıyordu. Trafik yine yoğundu. Önlerindeki kamyonun arkasındaki yazı dikkatini çekmişti. Kamyonun arkasında : " Azrail bile ayağıma gelecekse sen neyin tribindesin!" yazıyordu. İkisi de gülmüştü bu yazıya.

Kaza haberini dinlerken aklına gelen yazıya güldü birden. Orhan tuhaf bir şekilde baktı o esnada.Bir çay daha koydu kendine Füsun. İçine tek şeker. Ellerini de masaya. Kısacık hazırladı kendini konuşmaya. Orhan ise rafadan yumurtasını yemekle meşguldu.

Hikayelerinin artık hiç ilerlemediğinden dahası bittiğinde bahsetti Füsun. O da kör değildi mutlaka görüyordu zaten. Arada gözlerini Orhan'dan kaçıra kaçıra ne söylemek istiyorsa söyledi. Sustu sonra. Hem söyleyecekleri bittiği için hem de Orhan'ın diyeceklerini de merak ettiği için. Orhan bir iki dakika sessiz bekledi ve Füsun'a bakarak :
- Peki, istediğin gibi olsun. Ama unutma ; bu kararı sen verdin.
Sonra rafadan yumurtasını yemeye devam etti hiçbir şey olmamış gibi. Haberlerdeyse su altında evlenen bir çiftin görüntüleri vardı.




24 Haziran 2013 Pazartesi

Bu Hep Böyle


Sevgilim,
Bu satırlar sana, bu satırlar senin için. Muhattabım olarak sen dinlememişken beni bir başkasının dinlemesini, anlmasını beklemek düpedüz ahmaklık olurdu. Bunu en başından beri bilen biri olarak bu mektubu sana ; ama daha çok kendime yazıyorum.
Sevgilim hitabımdaki iyelik ekiyle avunuyorum bu gece.

Sana boyutsuz bir sevgi beslemenin çok zor olması beni epeydir düşündürüyor. Sevgi çıtı pıtı, zarif bir sözcükken nasıl bu kadar ağır, kaba bir hale dönüşüyor anlamıyorum. Ne sözcüklerin ne de duyguların bir kabahati yok demek ki.
İnadım ve ısrarım keşke başka konularda olsaydı. Ama maalesef...
En güzel keşke olduğunu hiç bilemeyeceksin. Zaten bilmek isteseydin konunun kendim olmadığı bir mektubu şu an kendime yazıyor olmazdım.

İki insanın arasındaki gönül bağında neler olması gerektiğini çok fazla bilemesem de neyin olmaması gerektiğini öğrettiğini de bilmiyorsun tabii. Kibir müthiş bir şey. İnsanın başını döndürüyor hatta insanın aklını başından alıyor. Neyse...

Bazı günler, bazı anlar her zamankinden daha fazla yer alıyorsun aklımda ve içimde. O anlarda kalbimin ortasına koca bir tır koymuşlar da gitmişler gibi oluyor ve nefes alamıyorum. Aklımda ve içimde diyorum çünkü senin orada olmana alıştım. İnsan alışıyor. Ve artık ısrar etmiyorum, neden bitmiyor, neden meşgul ediyor beni demiyorum. Böyle bu. Hep olacak bir şey. İnatlaşmıyorum artık kendimle ve varlığınla. Sorgulanan aşk da aşk olmaz zaten.

"Nasip, çok güzel bir ihtimaldir." demiş Güven Adıgüzel. Bana çok yavaş geçiyormuş gibi gelen o aylarda bunu gülümseyerek söylüyordum. Güven bunu diyordu ben ise hayat ihtimallerin toplamıdır, diyordum. Sen de beni dinliyordun. Sen ne güzel dinleyip ne güzel konuşuyordun.

Can'ım sözcüğü hiç kimseye bu kadar çok yakışmadı; ama sen bunu da bilmiyorsun. Doğum günün bugün. Yanında olmadım hiçbir yaş gününde; ama sen can'ımda oldun. Hep. Geçen yılda bu yılda. Seneye ve ondaki sonraki senelerde de bu hep böyle olacak.

Bazen çok yorulduğumu hissediyorum biliyor musun? Seni düşünmek, düşünüp de gelmeyeceğini, olmayacağını; seni bulamayacağımı bilmek, bulsam da bunun bir hükmünün olmayacağını tekrar içime işletmek çok zor oluyor. İdrak kelimesini farkından mütevellit tüm sözcüklere düşman olacağım geliyor. Ama bu hemen geçiyor. Sözcükler de olmasa ne kalır geriye? Seni anlatmak için hiçbir sözcük yeterli değil aslında. Değil de işte... Koca bir nefes alıyorum o anlarda. Sanırsın nefes almayı unutmuşum da sonradan aklıma gelmiş.
"İnsan yanmadan arınamaz." bunu sen demiştin hatırlıyor musun?

Senden bahsetmek istediğim anlar oluyor başkalarına kimi zaman. Ama bu sana ihanet gibi geliyor. Seni kendimden başkasını anlatırsam senden bir şey eksilecek gibime geliyor. Tuhaf değil mi? Biliyorum, öyle.

(Çok sevmekle bir insana kendinizi düşman belletebiliyorsunuz. Bilin bunu. Yaşamayın ama bilin.)

"Kafana göre bir hayat" seninkisi. Kiminle olmak istiyorsan onunla ol bugün de. Nasıl mutlu olacaksan öyle geçsin günün. Ve dediğin gibi sevgilim : "Gerektiği kadar gerektiği yerde ol" Ama sen hep ol, bilmediğim bir yerlerde.
Hep istedim. Hiçbir ihtiyaç bunun kadar mühim olmadı. Gözlerinden öpüyorum. Hiç görmediğim, göremediğim yazık ki göremeyeceğim gözlerinden.

Ve ;

Bahardı, sevgilim, bahardı,
ve bahtiyar olabilmek için
toprakta, havada, suda her şey vardı sevgilim,
her şey vardı,
her şey hazırdı." diyen Nazım içimi dağlıyor.

                     Saat : 01.36
                     Doğum günün kutlu olsun.
                     İyi geceler. Tüm gecelerin güzel olsun. En az senin kadar.




19 Haziran 2013 Çarşamba

Bir Akşam Yemeği



Sonay bürodan çıkmış, Özcan yazıhaneden. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelmiş o gün Sonay'a, gözü sürekli saatte. Akşamı düşündükçe heyecandan ve de tuvalete gidip durmaktan işlerini yapamadı doğru düzgün; çünkü bekleyemeyecek, açacak duygularını ona. Canı cehenneme kadın- erkek ilişkilerindeki kuralların! Hissedebilmek en zoruyken ve bunu başarmışken bunu dile getirmek için beklemek çok yersiz çünkü.
Özcan için ise rutin bir gün. Bir sonraki gün için kendinden istenecek dosyaları düzenlediği için memnun.Çok çalışmış ve haliyle acıkmış o da bekliyor akşamı; ama tabii Sonay'la aynı sebeplerden değil.

Günler uzadığından hava kararmamış henüz. Mesai bitimi... Caddeler kalabalık, bütün dolmuşlar ağzına kadar dolu; evlerine dönebilmek için sıra bekleyen insanlardansa söz açmanın hiç gereği yok.

Buluşmuşlar, tesadüfen tanıştıkları, mezelerinin yemekleri kadar güzel olduğu o restorantta. Ah şu başa bela tesadüfler! Tesadüflerin çok da matah bir şey olmadığını bilmiyor henüz. Bilmemenin verdiği saflıkla, ısrarcı; ama bu ısrar ızdıraba dönüşecek, haberi yok.
Kadın istekli, heyecanlı... O kadar samimi ki duygularında isteği de heyecanı da yüzünden dökülüp ayaklarından akıyor.

Özcan, bunların hiçbirini görmüyor; çünkü kadına bakmıyor. Ama bir dakika! Belki de gördüğü tek şey; Sonay'ın yersiz neşesi. Hatta bu yersiz neşe adamı rahatsız etmiş.
Zaten üzerine üzerine gelen bir eve girmektense kadınla buluşmayı daha uygun gördüğü için gelmiş. Adamın yalnızca birine ihtiyacı var. O "biri"nin kim olduğu pek de mühim değil.

Yemekler yenmiş, Sonay anlatmış durmuş işini, ev arkadaşıyla yaşadığı sürtüşmeyi, akan musluğun geceleri çok rahatsız ettiğini, kedisini...Özcan daha çok sessiz kalmış, kibarlık olsun diye gülmüş arada... Mezelere zaten diyecek laf yok ki yanında rakı...Buzlu. Söylemeye karar vermek bir aşama, söylemek başka bir aşama ki en zoru da sonuncusu. Onun için durmadan anlatmış, çareyi bundan görmüş. Üçüncü kadehte anca gevşeyen kadın aniden sorduğu soruyla şaşırtmış adamı :
- Hislerime dokunabilir misin?
Kadehinden bir yudum almış adam ve boğazını temizlemiş:
- İsteseydim eğer, denerdim. Başarıp başaramayacağımı bilmiyorum; ama elimde geleni yapardım. Ama bunu istemiyorum ki.
Sonay afallamış bir şekilde başını masaya doğru yaklaştırmış :
- Nasıl yani?
- Yani Sonay, hislerinle, duygularınla... Her neyi kastettiysen işte... Ve de haliyle seninle ilgilenmiyorum. Üzgünüm; ama gerçek bu.
- Anladım!..
Kadehi bitene kadar bir şey konuşmamış Sonay. Konuşmaya başlasa zaten ağlayacak, istiyor; ama cesaret edemiyor. Yemek için teşekkür etmiş,elini sıkmış Özcan'ın. Başının dönmesine aldırmadan kalkmış masadan sonra, Özcan'ı orada bırakarak.




11 Haziran 2013 Salı

İnsaf




_ Beni bu kadar çok sevme. Sevmek istesen de sana bunu veremem.
   Neden biliyor musun?
- Allah aşkına neden, söyle?
- Çünkü sen bembeyazsın.

Her hikaye aslında ortasından başlar. Beni sevme diyen bir adam, karşısında acıdan kıvranan ise bir kadın.
İnsaf beklediğimiz insanların insafsızlığına uğruyoruz hep. Bunu siz de biliyorsunuz. Zaten bildiklerimiz örtüşüyor, bilmediklerimiz bizi oradan oraya savuran.

Bu satırları okuyunca bitti gibi duruyor değil mi hikaye? Aşkına karşılık göremeyen bir kadın, el çek benden! diyen bir adam. Son, bu gibi değil mi? Hayır, değil.

Peki ne oldu o kadına? Adamı da merak edelim mi? İnsafsızlığına uğradığımıza insaf gösterelim mi? Merak etmek bir insanı, nerdedir, nasıldır demek...

Asıl bundan sonra başladı kadının hikayesi. Orada kaldı kadın, o akşamda,  kısacık konuştukları o loş sokakta kaldı. Günler geçti ve buna bağlı olarak haftalar da, yeni insanlar girdi hayatına, iş değiştirdi, mobilyalarını yeniledi evinin; ama o akşam ve kara bir kedinin aç karnını doyurmak için dolandığı o sokakta kaldı kadın.

Hiçbir zaman kendisini, sevgisizliğinden korumaya çalışan bir adamdan mı yoksa  "hayır" ı söyleyemediği için süslü cümlelere sığınan bir adamdan mı vazgeçmek zorunda kaldığını bilemedi, kadın. Bu bilinmezlik içine işledi zamanla. İşledikçe parçalandı, parçalandıkça dağıldı, dağıldıkça anadan üryan hissetti kendini.

Bir arayışa girdi, ne aradığını bilmeden. Hep eksik hissetti kendini. Yedi-içti olmadı, küçük gezilere çıktı hafta sonları olmadı, filmler izledi olmadı, dans kursuna başladı hiç yeteneği olmadığı halde. Ama yine de eksiklik hissinden kurtulamadı.

Hala arıyor o kadın ve hala ne aradığını bilmiyor. Her günün her sabahı yataktan kalkarken güne başlamak için geçerli sebepler bulmaya çalışıyor. Bazı sabahlar buluyor, bazı sabahlar ise bulamıyor. Hala şarkılar var dinleyemediği.

Ve hala geceler uyku tutmuyor. Çayı şekersiz içerdi, o da öyle. Onu hatırlatıyor diye vazgeçti, şekerli çaya alıştırdı kendini. Her şekersiz çay içini acıtıyor çünkü. Hala başka erkeklerin kahkasını onunkine benzettiğinde eli ayağı titriyor.

Ve kadın şu güzel yaz gecesinde, balkonunda sigarasını yakmış, bol ışıklı şehre bakıyor ve gecenin nasıl biteceği düşüncesi beynini kemiriyor.

Adam mı? İnsafı hak etmiyor bence. Sizce?








10 Haziran 2013 Pazartesi

Omuz


Bahçede kasımpatı, sen aklımda. Zaten aklım sen, büsbütün.
Az sonra sen gireceksin mavi aşınmış kapıdan. Hafif meltem önce kokunu getirecek bana, sonra sen geleceksin geniş gülümsemenle. Gülümsediğinde alnındaki geniş damar da belli olur senin. Gözlerim, dudaklarınla eş değer alnına kayacak.
Sen saçlarımı öpeceksin, ben omzunu.
Omzun huzur, omzun söz, güven omzun.Omzun özlem kimi zaman.













http://www.youtube.com/watch?v=-dE9ZPyjcz0







Omzun sevgilim, omzun hayatın devamlılığını sağlayan atar damar bir yerde. Sahi ne denli mühim olduğunu biliyor mu omzun?

7 Haziran 2013 Cuma

Telefon




Biliyorum, sen de özlüyorsun beni. Ah, evet kabul ben böyle olmasını istiyorum. Özlemiyorsun da belki arada aklına geliyorum. Ama asla benimkinden daha fazla değil.

Bana konuşma fırsatı vermeden -biraz da benim zorumla belki- aramızda kurulan bağı kopartalı epey oldu. Dört mevsim devirdik, düşün artık.

Günümüzde Tayland'dan haber almak bu kadar kolayken senden haberim yok, ses seda yok. Tuhaf değil mi? Bir an böyle düşününce çok kızıyorum. Ama kime ya da neye kızdığımı ben de bilmiyorum.
Rehberimde, çevirsem açmayacağını bildiğim bir numaran; elimde, ziline bassam kapıyı suratıma kapatacağın ya da hiç açmayacağın adresin kaldı. Aklımda bir-iki anı, zorundan... Hem öyle romantik, düşününce gülümsediğim anılar da değil.

Ama yine de içinde bir yerlere dokunduğumu, dokunabildiğimi biliyorum. Arada, ama çok arada sessiz telefonlar alıyorum senden. Ülkenin ateşli olduğu zamanlarda... Hoş, hiç düşmeyen bir ateşi var ya ülkemin, neyse o da ayrı bir konu.

Nereden mi biliyorum bunu? Bilmiyorum; ama biliyorum. Kendince iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyor, merakını yatıştırıyorsun. Eski bir arkadaş, bir aşık, bir baba gibi... Evet, baba gibi.
( Gülmeyin, arıyor biliyorum.)

Yapma! Sokaklarda yürüyüp boğazı yırtılana kadar bağırmış mıdır, diye düşünme. Ülkeyi teslim alan fırtınada başına bir şey gelmiş midir, diye yoklama beni. Biliyorum, yapıyorsun.
Yapma! İçimdeki uyuşturduğum yerini hatırlatma bana. Sırf sen ara diye kendimi; doğal afet, sıcak gündem sipariş ederken görmek istemiyorum Tanrı'dan.








5 Haziran 2013 Çarşamba

Tohum




Hayatın aşkla yürüyeceğine inanlardanım ben. Hayır, efendim! Öyle çocuğuna duyduğunuz sevgi, mesleğinize olan bağlılığınız falan değil, aşk.
 İçinize ektiğiniz tohumun filizlenmesini beklemek, aşk. Tohumun topraktan çıkmasını beklemek; acıyı, uykusuz geceleri, sinir harbiyle beraber yersiz gülmeleri, nefes alıp vermekten başka bir şey yapmadan geçirdiğiniz günleri de beraberinde getiriyor.

Filizin yeşermesi, büyümesi, meyveye durması ise ayrı bir olay. Bunların hepsi sabrı öğretiyor. Zaten sabır aşktan geliyor.Ya o meyveyi dalından koparan olmazsa? Ya kendiliğinden dökülürse ağacınızın meyvesi? Ah!

İçim acıdı, birden, şu an. Aşk ile acı neden hep yan yana? Başka türlüsü mümkün mü? Eğer öyleyse, yani mümkünse bunu görmeden ölmek istemiyorum.