28 Aralık 2012 Cuma

Birden Oldu. Yazık...!




                                 Seni düşünmek hayal kırıklığı...






                             
             

21 Aralık 2012 Cuma

Kırmızı Palto


    Boydan boya cam olan büyük kapıdan çıkar çıkmaz derin bir nefes aldı. Gök, koyu gri renge bürünmüş, yağmur yavaştan çiselemeye başlamıştı. Şiddetini artıracağı belliydi.  Koca iki saati içeride geçirip üstüne bir hafta titizlendiği projelerinin ve de sunumunun beğenilmemesine şaştı kaldı, çünkü böyle bir sonuç beklemiyordu.
    Şemsiyesi vardı yanında Allah'tan. Evinin bulunduğu semte giden dolmuş son seferine de on dakika önce çıkmıştı. Ücra bir semtte oturduğunun farkındaydı ama şimdilik o ücra semtin, ücra mahallelerinin birindeki eski ama yaşadıkça kendine şirin bile gelmeye başlayan apartmanı ve sıcak komşularını seviyordu Serpil.
    Dergide beğendiği, bir örnek kestirdiği ama kendisine pek de yakışmayan perçemlerini geriye attı ve yağmur damlaları ile daha da beyazlaşacağını düşündüğü mermer basamaklardan inmeye başladı. Son basamağa gelmişti ki o cılız seste, adını duydu. İfadesizliğinin, yüzü gibi giyim tarzına da yansıdığını düşündüğü sekreterdi bu. O gün için hazırladığı projelerin arasındaki en önemli dosyayı unutmuştu toplantı odasında, arkasından yetiştirmişti sekreter de. Dosyayı alırken her şeyiyle dümdüz gibi görünen bu kadının yataktaki halini merak etti Serpil ve birden aklına gelen bu düşünceye güldü. Kadınsa minnet duygusu sandığı bu yarı sırıtış denebilecek gülüşe, aynı ama kesinlikle daha samimi şekilde karşılık verdi.  
   Ama Serpil bilemezdi ki sekreter Aysu’nun kardeşinin çok hasta olduğunu, tedavi için hele çok geç kalındığını. Daha yeni öğrenmişti, ki kardeşinin bile haberi yoktu bundan. Hayatta kalan tek yakınıydı kardeşi. Yüzündeki, kıyafetindeki, ifadesizlik; üstüne iki günde yapışıveren renksizliğin asıl sebebi kimin umurundaydı ki.  
   Daha samimi olan o gülüşün ardından büyük cam kapıdan girerek gözden kayboldu Aysu. Serpil ise son basamağı da inip dosyasını diğerlerinin de içinde bulunduğu çantaya yerleştirdi. Taksitlerinin devam ettiği kırmızı renkli paltosunun düğmelerini ilikleyip yola koyuldu.



18 Aralık 2012 Salı

Öyle işte


   Düşünmemek... Düşünmek istememek... Eylemsizlik hali mi? İnsan bir eylemsizlik hali için bu kadar çabalar mı? Hadi devinim olsa neyse de... Düşünmemek için şarkı, müzik seçmek... Bunun için sırf ne bulursan okumak. 
   Uyuyup uyandığında rahatsız eden o şeyleri tüketmiş olmak ve bingo ! düşünecekler listesinin boşalması, çok istenen bir düş.
   Gülebilmek için tv'deki komedi dizilerine bir yerde muhtaç olmak. Acı. Çamurda, çukurda debelenir gibi hissetmek.
  Gidilecek o şehri düşünmek (adı olamayan o şehir), kimse değil, yalnız o diyeceğin kişiyi beklemek (yüzyılımda beyaz atlı prens gibi bir şey! ) 
  Nerede okumuştum bunu? " Beklemek hayatı ihlal ediyor." Vazgeçtim, beklememek daha iyi gibi. Bir eylemsizlik hali daha...
  Çok mu vasatın altına düşmüş gibiyim ? Düşmek iyidir, iyidir de... Olur mu size de? Bir konuşmaya başlasanız içinizden neler çıkacak, dilinizden neler dökülecek, neler söyleyeceksinizdir. Ama düşmez cümle, çıkmaz gıkınız...
  Doluluktandır bu, bir de nereden başlayacağınızı bilememenizdendir hani. Farklıyız da çok da farklı sayılmayız. İnsanız neticede... Ama vurgulayış, yaşayış, atlatış farklı. Yanıldığımı sanmıyorum ama...
  Canın yanarken sayıklayabilirsin. Sövebilir,bağırabilir, inadına yersiz kahkahalar atabilirsiniz. Ama bir yere gelir, tıkanırsınız. Hiçbiri fayda etmez, hiçbir şey iyi gelmez.
   Bir tatlı kaşığı pekmez iyi gelir mi ki ? Duyarsızlaşma en güzeli !



14 Aralık 2012 Cuma

Daha dur bu ne ki !


Öğrenmenin yaşı yok, yok da... Her öğrendiğini kullanabilmek önemli. Yoksa kullanmadığını öğrensen ne öğrenmesen ne. İşin özü kullanmadığını kaybedersin. !
 Her defasında aynı hatayı yapmak da neyin nesi ? Hele de bu göster ama elletme tabirinin kibarı olan oyunu kuralına göre oyna meselesine ne demeli ?
Ego mühim. Kim tarafından, nasıl şişirildiğinin pek de bir önem arz etmiyor, egoyu yükselten sırık atlayan atlet misali arkasına bile bakmıyor.
 E daha ne diyeyim kendime ? Çekinmeyin deyin hadi, kızım sen de bu kadar şaşkın olma, aç gözünü takılma her defasında aynı taşa.
 İstikrar mühim arkadaş ! Ettiğin lafta, gösterdiğin tavırda sabit kal, aynı ol demiyorum, esas olan değişim neticede. Ama bu kadar da oynak olma. Kişilik denen bir şey var. Bokunu çıkarma !
 Kızgın mıyım ? Hayır. Benimkisi daha çok şaşkınlık. Peki ya kime bu şaşkınlık? Daha çok kendime ve de diğerlerine. Diğerleri kim mi ? Çok mühim olduklarını düşündükleri, kendilerinden başka insan evladı yokmuşçasına yaşayan - pardon ama demek zorundayım- insan müsvetteleri.
En fenası da yarışın ya da kazanma dedim yukarıda, oyunun hiç rövanşını alamamam. Nasıl içi eziliyor insanın, nasıl sırf sinirden ağlama hissi geliyor. Aç müziği son ses. Zıpla, zıpla, zıpla ! İyi geliyor, billahi.
Her defasında, bu son yıldım, deyip aynı tongaya düşüyorum ya ay ben çok yaşayayım a dostlar !





13 Aralık 2012 Perşembe

Çelişki

   Hep bir bahanen vardı. Huzursuz olmana, bir şeylere geç kalmana, bir şeyleri eksik yapmana hep bir bahanen vardı. Bu bahaneler etrafındakileri değil de kendini inandırma çabasıydı sanrı makamından gelen.
   Oysaki sen, gerçek seni görmemiştin, bilmiyordun. Ama dur, önce bakmak gerekliydi. Doğru ya senin gözlerin de bozuktu değil mi ?
   Güzel, dolu dolu bir hayat yaşamaktı amacın. Geriye dönüp baktığında tüh şunu yapamadım, keşke onu da yapsaydım dememekti tüm gayen.
   Ama sen yarına o kadar odaklıydın ki bugünü yaşayamadın. Bugünü yaşamayı yarına erteledin durdun. İstediğin gibi bir hayat -ki bunu hiçbir zaman tam olarak bilemedin- yaşayamadığın zaman çoktu ve hep bundan şikayetlendin, sızlandın.
   Oysaki hayat sindire sindire yaşanmalıydı. Akışına bırakılmalıydı ki akabinde heyecan gelsin. Arada ağlanmalı, gülünmeli, sövülmeli, sevilmeliydi. Herkes kadar hasbel kader yaşanmalıydı velhasıl. Ama sen tam olma derdinden hep eksik kaldın. Her eksik kalışta biraz daha parçaladın kendini ve her defasında biraz daha eksildin. İşte bunun için hiçbir zaman tam olarak mutlu olamadın.
   Bu sebepten işte, seninle aynı yolda yürümeyi beceremiyoruz artık biz. Ama bunun farkında da değilsin değil mi ? Sen küçük sekmeleri koşmak olarak nitelendirdin, ben keyfini çıkardım daha çok o yolun.
   Çok uzun zamandır bizi gördüğüm pencerede yalnızım. Göremiyorum seni yanımda, karşımda, arkamda ya da önümde.
   Birbirimize daha da sıradan gelmeden, birbirimiz için daha da aykırı olmadan kapılarımızı açalım ve yol verelim birbirimize.


22 Kasım 2012 Perşembe

Anladım

     
     Sevmiştim seni. Ama uzun saçlarını, ince belini değil. Sürdürdüğün sade hayatı,kahvenin yanında ille de tüttürdüğün sigaranı, hem bu dünyadan olup hem de bu dünyadan uzak oluşunu sevmiştim. Ama olmadı, anlamadın. O sade dediğin hayatın bana ne denli renkli geldiğini anlatamadım sana. İlle de bakir kalmasını istediğin yalnızlığına az biraz, kıyısından köşesinden ortak olayım dedim, zarı yırtmak, duvarı delmek de neyin nesi ? Eşiğine gelemedim.
      Anlayamadığım, göremediğim şeyin ne olduğunu anladım ama. Ben seni karşımda ama çok uzağımda sanıyordum. Yani sana gelebilirdim bir gün, koşabilirdim, o yolda bekleyebilirdim. Hiç de gocunmazdım bundan. Görünen fındık burnun olsa dahi. Ama sandığım gibi değildi, hiç değildi. Sen karşıda değildin, hemen yan taraftaydın. Yolun köşesinde yani. Yolda bile değildin. Bana bakıyordun belki, belki gelen geçenlerle sohbetteydin bilemem. Ama benle değildin işte. Yandan, göz ucuyla  bile bakmadığın bir yolcu da olabilirim senin için.
      Belki de sevgim ağır geldi sana. Gözün korktu. Aslında sevgimden başka verebileceğim bir şeyde yoktu ya neyse.
      Anladım anlayacağın işte. Şimdi ufak ufak, yandan yandan, seke seke, arada gözyaşı döke döke,söve söve,o yoldan çıkıyorum. Hiç istemiyorum ama dedik ya anladık diye sıra geldi en zoruna, icraata!
      Mutlu kal ve kendine iyi bak. Hep hayal ettiğim gibi gibi gözlerinden öperim.

1 Kasım 2012 Perşembe

Hey Gidi !

 




Apış arana bulaşan meniye aşk diyen sonra "öyle şeyleri" de tasvip etmeyen günümün akil insanı, ironinin hasısın.


27 Ekim 2012 Cumartesi

Meziyet


Yaz diyorum birden. Hadi, madem içinden bu eylemi gerçekleştirme isteği geldi, durma yaz.
Alıyorum kağıdı elime, kalemi de elbette ki. Oturuyorum masaya. Kalakalıyorum. Dilim lal, kalemim tutuk.
Ha yazmak dediysem sizin anlayacağınız karalama en nihayetinde. Bir avuç kelime yığını. Ama olsun... Yetinmeyi bilmek, en azından bilmeye yeltenmek meziyet.
Dışarıda yağmur en çetrefillisinden. Havada mis gibi toprak kokusu....Masamda sıcacık kahvem, sağımda kitabım, önümde kağıdım, kalemim. Dilimin ucunda kelimeler ha düştü ha düşecek. Beklemedeyim...
Bekliyorum ki düşeni tutayım, kaybetmeyeyim. Yazayım beyaz olan kağıdıma kalemimle.
Bakıyorum pencereden dışarıya. Hava sisli. Sokakta kimse yok. Aklını peynir ekmek niyetine tüketen yok da ondan.  Biliyorlar bu havada çıkılamayacağını. Bir kedi göründü şimdiköşeden, sarılı beyazlı.
Televizyonu açayım diyorum, kelimelerimi beklerken. Her daim sıcak olan gündemin en sıcak, son dakika gelişmelerini dinlemek ve de izlemek için. Hay aksi! Bu kadar gürültülü yağmura çanak bile itaatsizlik edemedi anlaşılan ki hiçbir kanal çekmiyor.
Yağmurun sesi bir tek kulağımda. Gözüm iliklerine kadar yağmuru yiyen sokakta. Elim kahve fincanımda.
Düşmedi kelimeler, istemediler ama dudağım düştü. Belki başka bir sefere.
Elindekiyle yetinmeyi bilmek meziyet.

19 Ekim 2012 Cuma

Pes !



Yapamazsın ! Hayatına dahil etmeyeceğin bir insan için, hayatına yeni birini almaya çalışan insanların yapacağı hareketleri gösteremezsin, öyle çabalara giremezsin.

Sonra, ama böyle söylemiyordun, şöyle de bir şey demiştin bilmem hatırlarsan dendiğinde umursamaz gibi davranıp göğe bakamazsın !

Canın o an bunu  mu yapmak, onu mu söylemek istedi ? Diyemezsin, yapamazsın ! Had var, hudud var, tıynet var kulaklarını tıkayamazsın.

Üç maymunun modası geçti, bunlara sığınamazsın.

 Hiçbir şey yapmamış, söylememiş gibi davranıp ağzında çiklet çiğnermişçesine "vicdan" sözcüğünü diline dolayamazsın.

 Pardon mu ? Pardon çıkalı eşekler de çoğaldı, duymamış olamazsın!





27 Eylül 2012 Perşembe

Aç Ağzını Yum Gözünü !





"Seni her sabah öperek uyandırabilirim." Dedim.
" İstemem ! Sabahları güne sigarayla başlıyorum. Alışkanlık işte kolay kolay değişmiyor." Dedi.
Sustum, o odada uzunca bir süre. Diyemedim hiçbir şey. Aldığım yanıttandı sanırım  cümlelerimin içime kaçması.




















9 Eylül 2012 Pazar

Yani


Tanrı insana akıl verdi. İyi bir şey yapmış olduğuna dair kimi zaman şüphelerim olsa da gerçek bu.Olmayın, bu kadar değişken olmayın. Mevsimler bile daha oturaklı, günler bile daha sıradan, insan evladının değişkenliğinin yanında.

Bir şeyi ya seviyorsundur ya sevmiyorsundur. Bir konudaki fikrin ya olumludur ya da olumsuz. Tamam, kabul fikrin de olmasın. Olmayabilir nitekim. Ama bukalemunla yarışma be insan evladı.
Tamam, sabır da verilmiş ama az ama çok insana. Aşma, çizmeyi aşma. Kendini sevmediğini, kendine saygı duymadığını anladım da bunu herkese indirgeme.

Sana verilen değeri kötüye kullanma ki ileriki günler için ( ki ileri günleri düşünüp düşünmediğin bile şüpheli) kullanabileceğin kotan kalsın.
Ama zekâ denen şey müthiş bir şey azizim. Ne zaman canını sıkan bir şey oldu ya da yolunda gitmeyen bir olay hemen unutuyor. Kendini korumak için unutmayı seçiyor. Sanırım buna psikolojide “savunma mekanizmaları” diyorlar.

Kendi çapımda geçirdiğim, buraya yazıp rahatlamayı amaç bildiğim öfke nöbetimi yarın sabah unutacağım mesela ya da aynı şiddette hissetmeyeceğim.
Hayır, işin kötü yanı aslında sövgüler bezediğin, içinden saydırdığın insan evladını yine aynı köşesinde ağırlayacak, yerini değiştirmeyeceksin ya işte asıl beni al al yapan işin bu kısmı.


5 Eylül 2012 Çarşamba

O An


Kısacık bir an… Size de hiç kısacık bir anda her şey anlamsız geldi mi? Ne kısa anı benim tüm hayatım böyle diyenlerden misiniz yoksa? Ya da hı hı evet bana da öyle gelir arada diyenler var mı? O kadar yoğun bir tempoda giden hayatım var ki düşünmek için ya da başka anlamsız işler için bile zamanım yok diyenler olabilir mi peki aranızda?
 Sahi, size de yaptıklarınız, yapmaya çalıştıklarınız saçma hatta anlamsız gelmiyor mu kimi zaman? Kısacık bir an ben ne yapıyorum yahu demiyor musunuz? Ben diyorum arada, hatta az önce, koridordan odaya doğru geçişteki iki adımlık mesafe arasında dedim.
Konuştuklarınız, saatlerce dil döküp anlattıklarınız, önem verdikleriniz -ki bunlar insanlar, konular, olaylar yani her şey...- küçük tartışmalar, büyük tartışmalar, inatla beklenen acaba ah o da beni sevse ne var sanki  dediğiniz “o kişi ”, bin bir emekle büyüttüğünüz çocuk, yıllarınızı verdiğiniz işiniz, yıllarınızı geçirmek için ter ter tepindiğiniz, daha başlamadan kan ter içinde kaldığınız iş mücadeleniz belki… Aldığınız eğitiminiz, gidemediğiniz o şehir, ille de Cuma günü yapılacak olan Pazar alışverişiniz, topladığınız kahvaltı masasının ardından içtiğiniz köpüklü kahveniz, kuaförde beklediğiniz sıra, marketteki kasiyer kızla her akşamüstü eşinizden gizli belki, ayaküstü ettiğiniz flört… Hepsi, her şey, tümü… ( Hepsi aynı anlama gelen kelimeler farkındayım ama hayat hep aynı anlamda mı peki herkes için? )  Her neyse işte hiç mi anlamsız gelmedi size de?
Ya da  ben çok mu anlamlı yaşıyordum da  bana aralık bile bırakmayan anlamın içinde boğuldum? Hiçbir şeyin anlamının olmadığını yeni kavradım belki de ufak çapta bir aydınlanma yaşıyorum.   Kim bilir!




2 Eylül 2012 Pazar

Bakış Açısı


"Sevgi kolay bir süreç değildir." Demiş Müge İplikçi "Perende" isimli kitabında. Ne de güzel demiş, nasıl da anlatmış tek bir cümleyle kolay olmayan bir sürü şey gibi sevginin de kolay olmayacağını.
Lazım değil sevdiğiniz, kıymet verdiğiniz insanın yanınızda olması, şart da değil bence. Yani olsa daha iyi ama olmaz da değil.

 Bırakın şu ten tene değecek mavralarını. Süt gibi beyaz  çarşaf gibi tertemiz olan sevgi kavramını kokmuş apış aranızla bağdaştırmaktan vazgeçin artık. İmkansız geliyorsa size yan yana dip dipe yaşanmadan sevginin olamayacağı safsatası, bir kerede yaşanabilesi bir şey olabileceğini deneyin. İnanın bir şey kaybetmezsiniz. Ihh olmaz diyorsanız, çok da inandırıcı gelmesin duygularınız size. Bir daha bakın içinize, sol yanınıza yani. Belli ki yanlış mesaj veriyor beyninize.
 Sevilebilir, mutlu olunabilir, sırf o olduğu için gün daha güzel başlayabilir. Telefonda şakıyan sesini duyunca işe yeni girmiş elemanın kalp atışlarına benzer ritim hissedebilirsiniz kalbinizde ya da hiç beklemediğiniz anda çoktan unutmuş olduğunuzen sevdiğiniz küpenin tekini yatağın altında bulmuş gibi içinizi sevinç kaplayabilir. Belki biraz ferahlık, rahatlığın verdiği rehavet sebebiyle huzurlu bir soluk... Düşünün bunları sadece sesini duyduğunuz bir insan sayesinde hissettiniz.

Ama neden daha fazlasını istemeyeyim ki ? Bunu mu dediniz içinizden yoksa ? Yetinin, azla yetinmeyi öğrenin hatta. Mutlu olunuyor, vallahi de olunuyor. Yazmıyorum bunları kafamdan.
Evet, biliyorum ben de ilişki denen şeyin iki kişi arasında yaşandığını. Haberim var inanın. Ama bir ilişkide taraflar aynı anda aşık olmazlar birbirlerine. Aynı anda aynı derecede sevmezler birbirlerini ya da giderek artan sevgilerinin sebepleri aynı nedenler değildir. Yani aşk denen, yaşanan şey, çift de olunsa aslında kişiseldir. Herkes kendinden mesuldür duygularında. Hayatta da böyle değil midir zaten ? Her zaman herkes kendinden mesuldür. Onun için illa onun da sizi sevmesine gerek yoktur. İki kişi olunca daha katmerli olur belki ama tek de yaşanabilir bu meret, güzel de olur hatta. Karşılığı olmasa da olur.

Olsun ben seviyorum, yetmez mi ? Beni aynı şekilde sevmese kaç yazar, aynı sıklıkla düşünmese ya da. Hatta üstüne sevebiliyorum diye gurur bile duyarım kendimle. Heyt be !



28 Ağustos 2012 Salı

Korku

      Sorun yalnız olmak değil. Sorun aklınızın, etrafınızda gürültülü insan kalabalığı varmışçasına seslerle, ağlamalar ve inlemelerle - ki arada kahkaha attıkları bile düşünülebilir-ve hatta fısıltılarla dolu olması. Duyduğunuz seslerin kime ait olduğunu ve de bu kimliği belirsiz şahısların neden bu kadar gürültü çıkardıklarını bilmemeniz ise sorunun devamı niteliğinde.
      Susun artık! Deseniz kime diyeceksiniz, hangi birisi üzerine alınacak ki! Hepsi kendi halinde histerik bir şekilde konuşuyor, söyleniyorlar.
Ne mi yapıyorsunuz? Yorulmalarını, bezmelerini ve buna bağlı olarak susmalarını bekliyorsunuz. Artık bir dahaki sefere ne zaman geleceklerini, sizi ne zaman ziyaret edeceklerini ise bilemezsiniz. Zira severler sürpriz yapmayı. Geçmiş olsun !




26 Ağustos 2012 Pazar

Kadın

   Onu düşünmediğim tek birgün yok diye düşündü kendi kendine kadın. Masasında bol köpüklü Türk kahvesi, sigarası, çakmağı ve küllüğü...
   Ona yazsa mıydı ? Yoksa telefon mu etseydi ? Bunu düşünürken aynı anda gözleri, masanın diğer köşesinde duran telefonuna kaydı. Ama anında vazgeçti. Soğuk, kısa bir konuşmayı, telefonun iki ucunda da belirecek ve hiç bitmeyecekmiş gibi gelecek sessizliği, -ki bu sessizlik sebebi kadın için ; heyecan, bütün her şeyi konuşma arzusu, arsızlığı olurken o anda söylenecek tek bir sözcüğün bile bulunamaması, erkek içinse ; "Kapatsak mı artık telefonları..." nın kibar ve de sözsüz haliydi.-, telefonu çevirken , telefon çalarken, aklından geçecek olan milyon tane soru silsilesini düşününce vazgeçmişti.
   Yoksa adamdan vazgeçmiş değildi kadın. Vazgeçemezdi, niyesine cevabı da yoktu. Aslında hiç sevmemişti adam onu, ve de muhtemel sevmeyecekti. Kadın bu ısrarına kendi de şaşıyordu ama olsundu, her şeyin bir sebebi olacak değildi ki.
   İnsan okunmayacak bir duayı bile bile okuyabilir, o duayı sevebilirdi. Beklenecek bir şey,  bir insan olmamasına rağmen, azami bir sabırla ve de inatla bekleyebilirdi. Gözyaşı dökülebilirdi mutfakta kavrulan soğanın üstüne salça koyarken ya da açık mavi gömleği ütülerken hem de hiç sebep yokken. Sevdiği insanı, ölümsüzlük sırrına vakıf olan birinin ketumluğu ile herkeslerden saklayabilir, tutabilirdi bunu içinde. Hasislikten belki, kimselerle paylaşmak istemeyebilirdi insan, sevdiğini.

                                                                                                                                                    






22 Ağustos 2012 Çarşamba

Bu Hal


Çatacak yer arıyorum ama çaktırmıyorum da. Bu nasıl mı oluyor ? Vallahi bilmiyorum, epeydir sorgulamıyorum zira. Bir şeyleri değiştirmenin vaktiğinin geldiğini biliyorum, farz olduğunun hele çoktan farkındayım ama hiçbir şeyi değiştiremiyorum. Yeteneksiz miyim ben ? Hayır, bilip de bir şey yapamamak var ya işte o koyuyor adama.

 İşin kötü tarafı inancım da isteğim de kalmadı. Peki bu neden böyle oldu ? Hiç mi olmaz içinde istek insanın, hiç mi bir şey yapmak istemez? Var mıdır benim gibi yollardan geçen yoksa ben mi çok geriden geriden ilerliyorum. Bazen diyorum ki kızım Aslı bu bir süreç, her şey en nihayetinde düzelecek, bir orta yol bulacaksın sen de. Ama bunun için devinim lazım değil mi ? Uğraşmak, cebelleşmek, terlemek, hadi hızımı alamayayım gözyaşı dökmek gerekmez mi? Gerekir tabii. Bunları ilk defa farketmiyorum ki ben, ilk defa yapmam gereken şeyler değil ki bunlar. Ama işin ciddi ve de can alıcı kısmı isteğim yok, enerjim yok. Yorgun muyum ? Hayır kesinlikle. Ee peki ne bu aman bana dokunmayın naraları ? Ha bir de şu var ben bilmezsem kim bilecek bu kendi kendime sorduğum soruların cevaplarını ? Heyhat ! Durum vahim ama ben bunu da çaktırmama derdindeyim. Bu, üstünü kapatma, görmezden gelmeyle eşdeğer de olabilir.

 Bu durum şey gibi; hani haftanın ilk günü rejime başlarsınız ama daha akşam olmadan aç kalamayacağınızı anlarsınız, kilo vermeye çalışmanın beyhude bir uğraş olacağını düşünürsünüz ama her ne hikmetse iki gün sonranın sabahı yine bu sevdaya düşersiniz. Birden bir inanç gelir size, bir istek, bir enerji. Ama sonra yine düşer enerjiniz, kendinize olan inancınız ilmek ilmek sökülür, en başa dönersiniz.

Hangisi daha kötü daha karar vermiş değilim. Hiçbir şey yapmadan sabit kalmak mı yoksa hep haraket halinde, hep uğraşır halde olup birden ne yaparsan yap kıpırdamam abi pozuna girmek mi ? Belki de her ikisidir, belki ikisi de zaten aynı şeylerdir. Ama ne farkeder ki, sonuç mu değişiyor sanki ?
Derin derin nefesler alıyorum, gözlerimi kapatıyorum. Balkondan dışarıya bakıyorum, sık sık duş alıyorum, müziği son ses açıyorum. Platonik aşk yaşadığım ama kendisini zerre kadar ilgilendirmediğim adamı düşünüyorum, elimi telefonu alıp  rehberden numarasını buluyor ama aramanın anlamsız olacağını bildiğimden telefonu masanın diğer köşesine atıyorum.
Var mı bir önerisi olan, söyleyecek sözü ya da ? Kabulüm hepsi, ben hepsine varım. Çok ciddiyim !



18 Ağustos 2012 Cumartesi

Cevapsız Sorular

Hayattaki amacımız ne bizim ? Neden yaşıyoruz, niçin varız dünyada ?
Evet, Tanırının yarattığı bir kulsam ben, gönderiliş sebebim olmalı. Amaçsız gönderilmiş olamam. Peki, cevap ne ? Kitaplarda mı yazar, şarkılar mı söyler, filmlerde mi oynar hayattaki amacımız? Üzerine fazla düşünmemeli miyim yoksa ?
Oradan hiç de derdi yok bu kızın heralde diyenleriniz var mı peki ? Hayda bu da nereden çıktı diyenler ya da ?
İyi bir doktor, öğretmen, bilim insanı, iyi bir müzisyen olmak olamaz cevap. Tamam olur ama yeterli olmaz, inandırıcı hele hiç olmaz. İyi bir evebeyn, evlat, belki iyi bir kul olma sevdası... Bunların birisi mi yoksa hepsi mi ?
Hop bir konuda anlaşalım. Bu kalemin sahibi, yeni ergen kafasında değil, ot kafasında hele hiç değil. Fazla sorgulayan biri sadece sanırım. Yani, umarım !


14 Ağustos 2012 Salı

Neden Mi ?

      Çünkü hiçbir şey tam değil. Tamamlamaya çalışıyoruz, bitevi uğraş veriyoruz ama olmuyor, olduğu kadar oluyor. Ama biz olduğu kadarıyla da yetinemiyoruz. Tam olsa, bütün olsa ; örneğin bir yaratıcıya ihtiyaç duymaz insan, sığınmaz liman gibi. İşte onun için "Biraz Güzel" dedim. Önemli olanın  biraz olması değil, güzel olması, oldurulmaya çalışılması, oldurdurulduğu kadarıyla da mutlu olunabilinmesi  sanırım.
      İnsan tam olamayacağını anlayıp, kendine pisişik sancılar çektirmemeli esasında. Tamdan kastım mükemmel olmak için beyhude uğraş vermek, konu her ne olursa. Tam olunamayacağını bir anlasa, kendini didik didik etmekten vazgeçecek ama işte. Anlamak ve ayırt etmek ince çizgi. Bilmek ve uygulamaya koymaksa bir başyapıt ortaya koymuş yazarın mutluluğunun kıvamından az hallice. Zıtlık karmaşayı  da beraberinde getiriyor.
      "Biraz güzel" lik kafi, yerinde, kabullenişin getirdiği  huzur takviyesinde .
       Ayarlı güzellikte kalmanız dileğiyle...