31 Ocak 2013 Perşembe

Bağ



O üzüm bağında oturuyoruz seninle, yerde. Akşam üstleri o kadar sıcak olmuyor. Rahatsız etmeyen güneş beni mayıştırmış, gevşemişim. Yanımda sen. Üzerinde her zamanki siyah tişörtün. Siyahı seversin en çok. Konuşmuyor, susuyoruz. İkimizde başka şeyler düşünüyoruz, başka sebeplerden dalıyor gözlerimiz uzaklara. Neden sonra konuşmaya başlıyorsun. Bu tok sesi ömrüm boyunca dinleyebilirim, mühim değil söyleyecekleri diyorum kendi kendime. Sen konuşuyorsun, sessiz olan bağ daha da sessizleşiyor. Kim bilir belki de bana öyle geliyor.
- Sana hiçbir şeyin sözünü veremem, hiçbir şey söyleyemem. Diyorsun.
O tok sesini ömrüm boyunca dinleyebileceğimden haberin yok tabii.
-Peki, öyle olsun. Diyorum. 
Dış sesimi kısıp iç sesimi açıyorum. Kuru bir dalla toprağı eşeliyorsun. Seni izliyorum. Ellerinin ne denli güzel olduğunu biliyor musun?
Açtığım iç sesim konuşuyor sonra ama seninle değil. Beklemek diyorum beklemek, ne yorucu bir sözcük ! İnsanlar diyorum bir şeyi ya da bir insanı bekliyorlar. Ama haberleri yok beklediklerinden.Yani somut değil her zaman bekleme eylemi. Herkesin farkındalığı da yüksek değil bir de. Bilmiyor kimse ne beklediğini, düşünmüyor niçin bekleyeceğini. 
Söz vermemek, verememek beklemeye engel mi? Beklemek için müsade alınmalı mı?
Senin haberin yoktu, bense farkında değildim ama ben seni bekliyordum. O tok sesini ve güzel ellerini... İç sesim yorgun düşüyor, susuyorum sonra.
Sen toprağı eşeliyorsun ben seni izliyorum. Sıkılmış olacaksın ki atıyorsun kuru dal parçasını yere.
-Gidelim artık. Diyorsun.
Ben cevap vermiyorum. İç sesim yorgundu, dış sesimse gerek duymuyor cevap vermeye. Kalkıyoruz oturduğumuz yerden. Arkamı dönmeden önce son bir kez daha bakıyorum o geniş üzüm bağına.
Sonra sen önde ben arkada, ardınsıra...





Hiç yorum yok: